Türkiye’de Sigortalılık Ne Zaman Başladı? – Geçmişten Günümüze Bir Sosyal Güvenlik Yolculuğu
Çoğumuz için sigortalılık; maaş bordrosunda, emekli maaşı hayalleriyle, hastane faturasında ya da bir iş kazası anında aklımıza gelir. Peki, bu kavramın temelleri Türkiye’de ne zaman atıldı? Bu yazıda, sigortalılığın ülkemizde nasıl şekillendiğini, dönüm noktalarını ve insan hikâyeleriyle birlikte inceleyeceğiz.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: İlk Sigortacılık Adımları
Sigorta fikri, modern anlamda Türkiye’ye 19. yüzyılda adım attı. 1872 yılında, İngiliz sigorta şirketlerinin Osmanlı’da acente açmasıyla, yangın, mal kaybı gibi risklere karşı ilk sigortacılık faaliyetleri başlatıldı. ([Sigorta Medya][1])
Örneğin, dönemin İstanbul’unda büyük bir yangın sonrası evini ve eşyasını kaybeden bir esnaf, bu sigorta acentelerinden biriyle anlaşarak hasarını tazmin edebiliyordu. Bu, “kendi ayakları üzerinde durma” çabası kadar, belirsizlikler karşısında bir nebze olsun güvence demekti. Ancak bu sigortacılık, hâlâ “modern sosyal güvenlik”ten uzaktı — daha çok yangın, gemi, yük sigortaları gibi özel / ticari sigorta türleriydi.
1936: İlk Sosyal Sigorta Yasası — İş Kanunu ve Resmî Sağlam Temeller
Modern anlamda toplumsal düzeyde sigortalılık Türkiye’de 1936 yılında çıktı. 3008 sayılı 3008 sayılı İş Kanunu ile ilk kez ülkemizde sosyal sigortaların kurulması öngörüldü. Bu yasa; iş kazaları, hastalık, yaşlılık gibi sosyal risklere karşı koruma sağlama fikrini yasal zemine taşıdı. ([SpringerLink][2])
O yıllarda bir fabrika işçisi düşünün: ağır makineler, güvenlik önlemleri zayıf… 3008 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce, iş kazası ya da iş göremezlik yaşandığında işçi, tüm yükü kendi üzerine almak zorundaydı. Ardından gelen bu düzenleme, hem işçiyi hem ailesini korumaya başladı. Bu, toplumsal dayanışmanın devlet eliyle resmiyet kazanması demekti.
Sistemleşme ve Kurumsallaşma: Yaygınlaşan Sosyal Güvenlik
Yeni Cumhuriyet döneminde, zamanla çeşitli yasalar ve kurumlar sosyal sigortayı genişletti. Örneğin; 1949 yılında çıkarılan bir yasa ile —ki bu, kamu görevlileri ve memurlar için emeklilik düzenlemesi getirdi— sigortalılık kapsamı genişledi. ([SpringerLink][2])
Daha sonra, çalışan, öz‑girişimci, esnaf, çiftçi, memur gibi farklı gruplar için ayrı sosyal sigorta kurumları kuruldu: örneğin, özel sektör çalışanları için Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), esnaf/serbest çalışanlar için Bağ-Kur, memurlar için Emekli Sandığı gibi. Bu, sigortalılığın “herkese uygun” bir yapıya evrilmesinin adımlarıydı. ([RM.coe.int][3])
Örneğin, 1970’lerde taş fırıncı bir usta, eski yıllarda uzun yıllar çalışsa bile “sigortalı” sayılmazdı. Artık çalışanın sigorta güvencesi oluyordu: hem kazalar, hem yaşlılık, hem sağlık… Bu, çalışan için belirsizlik yerine, özgüven ve gelecek planı demekti.
2000’ler ve Büyük Değişim: Tek Çatı altında Sosyal Güvenlik
Ekonomik, demografik ve kurumsal sorunlar nedeniyle 2000’lerin başında sosyal güvenlik sistemi karmaşık, parçalı ve sürdürülemez hâle geldi. Bu sorunları çözmek için 2006’da çıkarılan 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile sosyal güvenlik kurumları tek çatı altına toplandı. ([Vikipedi][4])
Takip eden adımda, 2008’de yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası sistemi yeniden düzenlendi. Böylece hem emeklilik, hem sağlık, hem iş kazası gibi tüm sigorta kolları standart kurallar çerçevesine alındı. ([Sözer Çizmeci][5])
Bugün, çalışan bireylerin sigortalılık başlangıç tarihi —işe giriş bildirgesinin SGK’ya verildiği gün ya da fiilen çalışmaya başlandığı gün— sigortalılık süresi ve emeklilik hakkı için kritik öneme sahip. ([muhammetakdemir.av.tr][6])
Örneğin; 1990’larda bir kamu kurumunda işe başlayan bir memur, Emekli Sandığı kapsamında sigortalıydı. 2008 sonrası işe giren biri ise 5510 kapsamında — hepsi aynı çatı altında. Bu birleşme, hem adaleti hem idari kolaylığı getirdi.
Bir İnsan Hikâyesiyle: Nihat Usta’nın Yolu
Diyelim ki 1940’larda Bursa’da bir tekstil fabrikasında çalışan “Nihat Usta” var. İlk yıllarında sigorta yok; yaralansa, hastalansa çaresiz. 1936’dan sonra yasayla birlikte iş kazası ve yaşlılık sigortası devreye giriyor. Nihat Usta, ilerleyen yıllarda SSK kaydını alıyor; primleri yatırılıyor, emeklilik hakkı doğuyor. Genç yaşta hastalanan bir işçi, hem sağlık hizmeti hem tazminat avantajıyla ailesiyle birlikte bu düzenekten yararlanabiliyor. Bu dönüşüm, sadece yasal değil; hayatın şartlarını değiştiren bir insana güvence hâline getiriyor.
Neden Önemli? Çünkü…
Sigortalılık, bireyin emeklilik, sağlık, ölüm, iş kazası gibi risklere karşı korunması anlamına geliyor. 1936 öncesi bu korunma yoktu.
2008 reformuyla sistem sadeleşti, eşitlik ve erişilebilirlik hedeflendi. Her meslek ve sosyal statüden insan, aynı güvenceye sahip oldu.
İnsan yaşamına dokunan gerçek değişiklikler: iş kazasından koruma, yaşlılıkta maaş, hastalıkta sağlık hizmeti…
Sistem hâlâ tartışılıyor; prim gün sayısı, emeklilik yaşı, kayıt dışı istihdam, finansal sürdürülebilirlik gibi konular gündemde. ([Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı][7])
Sizce: Bugünkü sigorta sistemi, çalışanların ihtiyaçlarına yeterince cevap veriyor mu? Günümüzde sosyal güvenlik ne kadar adil ve sürdürülebilir? Ailenizden, çevrenizden geçmişte sigortalı olmayan biri varsa — onun hikâyesi size ne hissettiriyor? Görüşlerinizi merak ediyorum.
[1]: “Türkiye’de sigorta ilk ne zaman gündeme geldi?”
[2]: “Historical Development of Social Law in Turkey | SpringerLink”
[3]: “THE REPUBLIC OF TURKEY MINISTRY OF LABOUR AND SOCIAL SECURITY”
[4]: “Social Security Institution”
[5]: “Understanding the Social Security System in Turkey”
[6]: “Si̇gortalılık Başlangıç Tari̇hi̇ Nasıl Hesaplanır? 2025 | Akdemir …”
[7]: “Social Security in Türkiye – csgb.gov.tr”